11.01.2017

Avustralya'dan Gündelik Hayat Notları

Avustralya’ya ayak bastığımız gün, ‘Yok artık bu kadarı da olamaz.’ dediğimiz olaylardan biri daha yaşanmıştı Türkiye’de, tarihler 15 Temmuz 2016’yı gösterdiğinde. Son yıllarda sayısını hatırlamadığım kadar çok kullanır olmuştuk bu cümleyi; bizi daha ne şaşırtabilir, bundan daha acı ne yaşanabilir düşünceleri eşliğinde.  Sonra Melbourne’de kendimize yeni bir hayat kurma çabalarımız devam ederken, her fırsatta insanları gözlemledim; kendini doğaya, spora, eğlenceye, mutlu olmaya adamış dertsiz tasasız insanları ve Türkiye’den peşi sıra felaket haberleri gelmeye devam ederken, tüm ideolojilerden bağımsız şunu sorgular oldum: Farklı yaşam tarzlarının bir arada yaşaması neden bu kadar zor? Farklılıklardan beslenmek, çok kültürlülüğün sağladığı zenginlikle hem kendini hem ülkeyi geliştirmek neden dünyanın en hastalıklı düşüncesiymiş gibi algılanıyor? Kimsenin kimseden üstün görülmediği, kimsenin kimseye otorite kurmadığı, çıkarların çatışmadığı, insanların birbirine saygı duyduğu, herkesin kendi özgürlük alanına sahip olduğu bir düzen yaratmak niye mümkün olmuyor? Şüphesiz her soru, kendi içinde tartışılsa, üzerine sayfalar dolusu şey yazılıp çizilse dahi aradığımız cevapları bulmak, bulduğumuz cevapları Türkiye dinamikleri özelinde değerlendirmek hiç kolay değil.

Öte yandan Melbourne, Avustralya’nın göçmenlik politikaları sayesinde dünyanın en kozmopolit şehirlerinden biri. Kapıdan dışarı adım atar atmaz otuz iki milletten insanla karşılaşıyorsunuz. Onlarca farklı dil çalınıyor kulaklarınıza. Bu insanların hepsi aynı toplu taşıma araçlarına biniyor, aynı parklarda spor yapıyor, aynı restaurantlara gidiyor, aynı işyerlerinde çalışıyor. Daha bir gün olsun sokakta, tramvayda, trafikte tartışan iki insan görmedim. Bir markette, mağazada sıraya girdiğimde kimsenin sıra kavgası yaptığına şahit olmadım.